29 Temmuz 2012 Pazar
çukurda...
Zaman aldınız.Boşa kürek çektiğim her vakit şen kahkahalarınızla...Hoş sohbetleriniz yoktu,hoş yüzleriniz.Ne bileyim biraz afrodizyak biraz yalnızlıktı işte hepsi bu.Sizinle çığır aşmadık, yolumuz bir yere varmadı, döndük dolandık işte. Ne var ki zaman aldı,yol aldı vakitler,mevsimler sıra sıra takvim yapraklarından aktı geçti,can aldı. Akan bir nehre uzattık ayaklarımızı,nehir sandık kendimizi, dağları ovaları aştık sandık.Oysa yerimizde saydık,nehirler aktı,biz seyre daldık,yıldızlar gibi kaydık sandık. Sayı saymayı sevmem ben, hep bir tükeniştir benim için,1 derim içim yanar ,2 bak bu da geçti ,3 ler 4 ler akıp geçti işte.Kaygım pek alışık olmadığınızdan, biraz içliyim biraz dışlı bazen.Söyleyemediklerim ve söylediklerim hepsi bende gizli.Tanıdık değilim,beni kimse tanımadı,tanıtmadım kendimi.Beni siz tanımladınız,biraz size yakın biraz benden uzak.Nitekim her birinizde ayrıyım,kötüyüm,iyi,eğlenceliyim bazısına, bazısına halden anlamaz biri.Zaman aldınız,kör kütük sarhoştuk belki de, biri ayıltmadı bizi,güldü halimize.Küçük adımlar attık,küçülerek zamanla,çok şey başarmadık ki biz ama çok baş kaldırdık. Sizinle geçti zaman , seyrettiğim düzensiz bir film gibi,kahramana odaklandım,olayın içeriği dikkatimi çekmedi.Şimdi bu vakit,sessiz sedasız biraz terleterek zihnimi,aklımda kalan anılardan bir pasta ,size birer dilim ikram etsem,yeseniz ,doymak bilmeseniz.Size ön yargılarınızdan ,kaygılarınızdan ,kuruntularınızdan,mükemmelliğinizden,şüphenizden bir bukle çelenk, bana biraz vakit gerek. g.y
1 Mayıs 2012 Salı
1 MAYIS
Sana anlatmadılar hiç anlatmayacaklar çünkü. Görmek istedikleri
duymak istedikleri şeyler değil. Aman boşver diyip, yıllarca ötelenen şeyler çünkü ,can
sıkabilecek şeyler, lüzumsuz boş şeyler…Sana anlatmayacaklar çünkü sen çocuksun
,çocuk kalacaksın.Büyüyeceksin,o ilk saç teline beyaz değene kadar hatta…Ellerin tutmayana, kulakların
duymayana kadar anlatmayacaklar, çünkü sen çocuksun hala. Çocuk gibi büyüyüp
çocuk gibi öldürecekler seni ama yine de anlatmayacaklar.Yani seni çocuk doğuranlar, seni
çocuklar gibi gömecekler toprağa ama yine
konuşmayacaklar.Bilirim aşka da "aşk" dersin sen , sevmeye de "sevmek". Ölen birini
gördüğün zaman "ölmüş" diyeceksin, yaşayana "yaşıyor" diyeceksin. Benim diyeceğim
herşeye aynı şeyi diyeceksin belki .Yeşil aynı canlılıkta, sarı aynı solgunlukta
gelecek her ikimize. Şiirler ve şarkılar kulağımıza aynı gelecek. Silinecek hatıralar, soluk
bir anı kalacak geçmiş ve biz günü
kurtarmaya çalışacağız seninle.Oysa sen halen çocuk kalacaksın.Çocuk düşlerin
olacak senin ve ancak çocuk kadar güçlü olucaksın. Çocuklar gibi ağyacak, çocuklar gibi
mızmızlanacaksın. Çocuklar gibi sinirlenip çocuklar gibi unutacaksın. Kızmıyorum
çünkü sen çocuksun, çocuk kalacaksın. Ben çocukları severim, sevdiğim gibi
kalıcaksın.
Bugun 1 Mayıs. Sen de televizyonlardan tıpkı diğer çocuklar
gibi kitlelere boş boş bakmış ve sıkıcı
bulmuşsundur hiç şüphesiz.Oyun havuzuna alamadığın ciddiyette görünecek sana
çünkü, büyük yorgun yüzler…Pankartlar renkli
gelse de ilgini kaybettirecek kadar itici gelecek kızgın sloganlar. Derdi tasası
olanlar seni ilgilendirmeyecek,sen çocuksun çünkü. Tehlikeli işlerde parmağın
olmayacak,fikir beyan etmeyeceksin ,direktifler alacaksın,uygulamadığında uslu
olman söylenecek. Harfiyen yerine getireceksin,sen çocuksun çünkü. Parıltılı işler
peşinde olacaksın,parıltılı giysilerin, parıltılı oyuncakların olucak.Kırılan
her oyuncağını bir köşeye atacaksın,bir daha dönüp bakmamak üzere.Sen çocuksun
çünkü , tamir etmekten, onarmaktan ve kurtarmaktan çok uzak olacaksın.Kızmıyorum
çünkü sen çocuksun, çocuk kalacaksın ve ben çocukları severim,sevdiğim gibi
kalacak,çocuk gibi yaşayacaksın…
Tutarsızlık …
Bir şeyin hakkını vermek gerekir ise o da tutarlılığımın
kati süretteki yalpalanmasıdır. Düz bir çizgi de yürüdüğünüzü bildiğiniz zaman
hiç şüphesiz olması gerekenden daha bi sağa sola sallanırsınız. Gördükleriniz
sizi bir koşula sürükler zira, koşullamalar ise aklımızı baskı altına
aldığından mıdır bilinmez ,daha bi panik atak yapmaya başlatır sizleri. Bu
yüzden doğru olmamız gerekirken doğru olmamayı daha bi dikkat çekici
buluruz. Ve bu yüzden yapmamız gerekeni
bildiğimiz zaman, aslında yapmamamız gerekenlerle ilgileniriz. Yaşamın
berraklığını kaybettiği zamanlar, işte böyle yapacaklarımızın
(yapmayacaklarımız da dahildir bunlara ) sayıca çokluğu ile doğru orantıda
gelişir. Günlerce ışıksız bir odada kalan birine ansızın milyarlarca rengi gösterdiğinizde
gözleri nasıl kamaşacaksa, onlarca
yıldır hapis yatan birinin ansızın merdivenlerden indirilmesi nasıl karmaşıksa
,yapmamız gerekenlerin sayıca cokluğu da beynimizdeki karmaşanın asıl sebebidir
işte. Ne kadar kelimemiz var ise diliniz
o kadar karmaşıktır ve beyniniz ne denli işliyor ise fikirleriniz ve devinimleriniz
de o denli komplekstir.Ve ne kadar komplekseniz ,dalgalarınız o denli yüksek
,sakinliğiniz o derece sessiz olur.
24 Nisan 2012 Salı
Siyah kedinin yalnızlığı
Sarrafçılar çarşısında yürür iken gözlerimize takılması muhtemel olanca şeylerden bir tanesi de buydu işte. Alabildiğince renkli hediyelik eşyalar içerisinde, nargilelerin , etnik kıyafetlerin, sedef taşları ile süslü tavlaların arasında , olanca ateşi ile yanan hoş tütsü kokuları altında, pek bir renksiz, pek alalade durmasına karşın , siyah beyaz kadar net ve keskin çizgileri ile ve siz diyin 30 ben diyim 50 seneyi aşkın yani olanca di'li geçmiş zamanda , öyle apar topar bir araya getirilmiş ve belli ki yurdun çeşitli bölgelerinden derlenerek gelen, adını cismini bilmediğimiz,yaşayıp öldüklerini kestiremediğimiz,bir coğu güleç yurdum insan fotoğrafı ile karşılaşmamız olasıydı. Daha yakınen baktığınızda , fotoğraf karmaşılarının ardında bir kaç insan sülieti üşüşür gözlerinize. bir çoğu özenle hazırlanmış pozlar ne var ki... Küt duruşlar, donuk bakışlar, belli bir naiflikte gülüşleri ile ellerinden geldiğince siyah beyaz bir fotoğrafa can vermeye çalışan ablalar abiler. Birçoğunun ölmüş olması pek olası, hatta içlerinden en erken gideni de o gördüğünüz kedi olsa gerek. Bakın bakın resmin ordasındaki şaşkın kediden bahsediyorum..Rengini pek anlamak mümkün değil ama yine de gözümün gördüğüne inanmak istercesine ,"siyah "renkte ki kedi" demek geliyor içimden. Yüzlerce fotoğraf ve binlerce insan. Binlerce hazırlanmış insan, kimisi aniden yakalanmış bir çekime, bakınız kedi gibi , kimisi belli pek önceden hazırlamış duruşunu, nefeslerini tutmuş ve kısarak gözlerini. Kimisi bir toplantıyı daha resmileştirmek için kadınlı erkekli olağan bir kareye ait olmuş (bakın bakın sol alt köşede) ve kimisi asker anısı(o pek bir diplerde)...Bir çoğunun ardında kısa ve klişe sözler bulursunuz ayrıca..."Sayın Hakkı Beyin siz değerli dostlarına hatırasıdır..01.03.1968" ...
Bazen yalnızlığın yaşayanlara ait olduğunu sananlar vardır, bir yalnızlık yıllar yılı bir kutu içinde , hiç tanımadığı biri tarafından alınıp, fotoğrafının ince ince incelenmesini beklemek olabiliyor bazen.Ve yalnızlık bazen, adresinde olmayan bir fotoğrafın belki ,hiç bilmediği bir şehrin bir girdabında, bir sarrafın bir köşeye apar topar üst üste yığdığı terkedilmişlik olabiliyormuş. Belki de bu fotoğrafı arkadaşımın çekmesinde ki nedenidir yalnızlık. Belki de objektifin temasıdır yalnızlık... Şimdi hepsi birden bir kareye poz verir iken ,aklıma gelen tek şey, çekiyoruuum çekiiiyorumm çektiiim ! demek oluyor...
28 Mart 2012 Çarşamba
VEDA
Şimdi bir başka mevsime kanat açan kuşlar gibi; uçup gidiyor gönlüm,
bir yerden bilmediğim bir başka yere.Öyle süzüldüğüme bakmayın siz yine de. Öyle
çırpınışlarımdaki ahenk , heyecandan değil , yaşama telaşından. ..Bir nebze
daha sıcak olur kaygısıyla bu amansız göç… Bu ayrılık biraz da mecburiyet hani.
Biraz daha sıcak, daha sevecen bir rüzgar
esintisine yol almaktayım ben. İsterim ki koynumda dolu dolu olsun o naif
meltem. İsterim ki güneş en sıcak dokunuşları ile değsin kanatlarıma. Duru pınarlar
,güneş yüzü gören engin denizler hayal etmekteyim , sonra alabildiğince bozkır, bir baharda tomurcuk veren bir ağac tepesini
düşlemekteyim. Bana bakan heyecanlı çocukları düşlemekteyim , bir bahar telaşı,
bir çiçek sevecenliği ile bana bakan çocuklar hani. Gözlerinin içi gülen
çocuklar, kalpleri temiz çocuklar ,tenleri esmer ,kalbi pespembe çocuklar düşlemekteyim. Şimdi bir
başka dünyaya kanat açan kuşlar gibi ya kalbim, ne yalan söyleyim üzülürüm bende
ayrılıklara, geride bıraktığım derme çatma yuvama, ayak bastığım toprağa, kar
altında üşüyen çocukların soğuk ve donuk bakışlarına üzülürüm. Üzülürüm kömürün
yoksul ve yoksun kokusuna , metruk
varoşların yalnızlığına, yalınayak aç ve umutsuz insanlara üzülürüm. Ağır ağır
kaldırmaktayım kanatlarımı bu yüzden , ince ince süzülmekteyim ve usul usul ve sessiz
sedasız gitmekteyim. Sevmiyorum ya ayrılıkları ,Allah şahidimdir, ne vakit bir yaprak düşse , bir damlası
eksilse o engin denizlerin , o uçsuz bucaksız ovalarda bir avuç çiçek yitip gitse, bir böcek ölse , bir karınca yitip
gitse , ben derd etmekteyim, içimin yangınında yanıp, kor olup tükenmekteyim. Bana
hayırsız demeyin, gitmek zorundayım çünkü. Ben güneşi severim ezelden, güneş
benim evimdir, ona boyun bükerim ,ona tövbe ederim. O nerde yüzünü gösterse
,nerde bir ışık verse , her daim ona giderim. Bir ayrılık değildir bu, kaçmak
ta değil üstelik.Güneşim ,canım efendim, sevdiğim güneşim …Biliyorum bir gün
yakacaksın beni, ölümüm belki peşinde olacak. Ama bir sevdadır yaşamak yine de
.bu kavuşma sevdası bir ölümdür belki de…Şimdi bir başka mevsime kanat açan
kuşlar gibi, vefasız, bir aşka kanat açar gibi heyecan dolu yolculuğum devam
etmekte…g.y
14 Mart 2012 Çarşamba
Gölge de...
Ve bir takım kelimeler yerli yersiz gelir aklıma bazen.
Birkaç anı işte birkaç görüntü ,bir telaş ile gelir bir hüzün mihrabı göçer
gider... Sesimin sesine karışması , tıpkı terinin terime karışması kadar samimiyetten gelir. Öyle kısık gözle bakarım
ben, sinirden değil ! mutluluktan bilesin. Ne var ki bir “elveda” bir “hoşça
kal” demek ağır gelir ya bazen ,yazarım yazarım doymam ,uzunca da konuşurum
bilirsin , bir çok söz sarf ederim de ,bir “git” diyemez yüreğim. Ama yine de gölgeler gibi kaybolur, bir ışık hüzmesinde ellerin , gözlerin … Birinin
ardına sığınırlar onlar , tanımadığım birinin , onlar kendinden hep büyük
karanlıklar işte ve ben bir hüzme ışık
telaşında iken, onlar bir su gibi akar daima akar, kör karanlık kuytularında
yalnızlığımın.Bir çölde yağmur değil , bir toprağın çatlayan damarlarından
fışkırır , taze bir kan gibi yani öyle hırçın ve saldırgandır gölgeler. Bir
intihardır ayrılık, ilkin fikren sonra bedenen. Şimdi bir söz kadar ağır, bir “git”
kadar keskin ve yürek yakan sözler bilmekteyiz ikimizde. Pek bir gözyaşı döktük
kardeşim, pek ağladık seninle ,kolay
olmamaktaydı biliriz bazı zamanlar.zamanlar ki her an'a ayrıca tad ve zehir
ektiğimiz o garip kombinasyondur ya hani ve hani Unutmak dedikleri de çat kapı gelir, kırar
pencereyi camı öyle gider ya hani…Sen yine de kork o sözlerden bundan böyle. Kork
ve Sakın ! g.y
10 Mart 2012 Cumartesi
DZİEN SWİRA 2002 ( kaçığın günü )
İMDB : 8.1
Director:
Writer:
Stars:
Ağız dolusu kahkahalar atmayacaksanız da yer yer tebessüm ettirecek yer yer düşündürecek ,opsesif bir adamın durağan hayatından bir kaç kesiti ele alan kült filmlerden biridir ,dzien swira...ve hiç şüphesiz zaman zaman abartılı, zaman zaman çok yerinde tespitler sunan, ilginç olmasının yanında şimdiye kadar izlediğim en sinir bozucu filmlerden biri diyebileceğim yapımdır ayrıca. Zira karakter ile benzer yönlerinizi gördüğünüzde yüzünüzde oluşan tebessüm, onun abartılı takıntılarının ortaya çıkmasıyla sinire dönüşebiliyor.Film izleyici için sabrı zorlasa da siz yine son haddede sarf edilen bu güzel sözlerin hatırı için izleyin. bu film bir yaşlılık paradigmasıdır unutmayın :)
Benim yol arkadaşım.
Yaşamını tıpkı|karıncı yuvalarının...
ışığa açılan kapıları|gibi kurdun.
Ve kendini bir|kozanın içine...
hapseder gibi davrandın.
Günlük yaşamın boğucu|alışkanlıklarında...
Ve her gün seni çıldırtmayı|sürdürse de...
sen bu alışkanlıklardan|yavaşça bir barikat yükselttin...
Tüm fırtınalara...
Gel-gitlere...
Yıldızlara ve duygulara karşı...
Her günkü insani durumunu|unutmayı sürdürmek...
yeterince çabaya mal oluyor.
Bugün senin yapıldığın balçık...
Kurudu.
Ve sertleşti.
Kimse senin içinde artık|bir zamanlar yaşamış olan...
Ne bir astronot...
Ne bir müzisyen...
Ne özverili birisi...
Ne bir ozan...
Ne bir insan...
Bulamayacaktır.
" VATAN SAĞOLMASIN "
Her ölenin ardından ağza sürülen bu bal sürülmesin diye artık ağızlara, tekrar tekrar yineliyorum ki ; o vatan sağolmasın ! Ben vicdanı olanlara derim lafımı , zaten bi tek onlar anlar beni. Suni solculara , demokratlara, naylon hümanistlerle ve eşitliği ucuz kanallarda öğrenen ve ucuz cümleler kuran kişilere değil bu ünlem ! İnsanlar ölmesin ama teroristler ölmeli ,diyen zihniyete değil. "Bir biz akıllıyız, onlar kandırılmış zümredir" diyen akıllı şahsiyetlere değil . İster alın lafımı ister almayın. Ölümü haklı gören kim varsa bu yazı size değil.Siz ağzından köpükler akarak kudurmuş bir spikerin kudurmuş bir kanalın ki ; şu ardında al bayrakları sallanan dalkavukları dinlemeye devam edin. Dev aynalarınız sizi her daim kendinizden büyük göstersin. Umrunuz da olmasın... Dağda ölenler veya şehitler bir vatan kadar önemli olmasın sizin için. Bir kediye acıyın , üstüne bastığınız bir karıncaya veya , Üzülün ! Ama bir insanın, sadece sizinle aynı fikirde değil diye katledişine , faili mechullere , köy baskınlarına hak verin , anlam verin ,normaldir ,olağandır diyin.Söz konusu vatan ise her ölüm vaciptir diyin, tanrılaşın ,bir ölüme fermanlar kesin durun. Siz iyisi mi sizi çoktan unutmuş bir kara parçasının ,umursamayan bir düzenin ekmeğine her daim yağ sürüp olanca gücünüzle bağırın, VATAN SAĞOLSUN ! vatan yıllardır aynı tastan ekmek yediğiniz kardeşlerinizin bir sitemi , bir haykırışı üstüne sağolsun madem.Hadi bizim gibi düşünmeyen herşeye ,aptalsın kandırılıyorsun diyip katledelim, nasıl olsa hukuki bir gerekçemiz bile var, vatan sağolsun nihayetinde.
Hani kardeştik , ne zaman farzdı bu kardeş katli ! Akp ye yüklenenler, o milliyetçiler ,katı cumhuriyetçiler, bu kardeş katlini ne zamandır mazur görür oldunuz siz ! Yok kardeşim yok, ben hep dedim hep derim, ölünceye dek , üstüne bastıra bastıra, altını çize çize, gözlerine soka soka, kırmızı kalemlerle yazarım da söylerim. Tüm o vatan, benim ne sevdiğim bir kadının saç teli , ne kardeşimin bir damla gözyaşı ,ne de hiç tanımadığım masum bir köylü çocuğun elindeki kir kadar değerlidir ! vatan sağolmasın da siz sağolun !
Hani kardeştik , ne zaman farzdı bu kardeş katli ! Akp ye yüklenenler, o milliyetçiler ,katı cumhuriyetçiler, bu kardeş katlini ne zamandır mazur görür oldunuz siz ! Yok kardeşim yok, ben hep dedim hep derim, ölünceye dek , üstüne bastıra bastıra, altını çize çize, gözlerine soka soka, kırmızı kalemlerle yazarım da söylerim. Tüm o vatan, benim ne sevdiğim bir kadının saç teli , ne kardeşimin bir damla gözyaşı ,ne de hiç tanımadığım masum bir köylü çocuğun elindeki kir kadar değerlidir ! vatan sağolmasın da siz sağolun !
2 Mart 2012 Cuma
Bir PİÇNİK Faciası
Önce ufak bir bahis ile başlayan , daha sonra hatırlatılan, sonra inada binen ve bir plan dahiline alınan ve en son nihai bir karar ile kesinleşen bir piknik faciasından bahsetmek gerekirse ; buna hayatımın en boktan zaman dilimi demek pek yerinde olur. Yani garip olan , herkes için facia bir gün olduğuna emin olduğum (ki hiç birimiz kötü olduğunu kabul edemiyor çünkü enayiliğin dik alası olur ya herneyse ) bir piknik için, bizim baya baya bi moda girmiş, heyecanlı heyecanlı alet edavat almış, (bildiğiniz üzere vazgeçilmezimiz et ve pikniklik araç gereç ! assolistimiz mangal ve saz ekibi ile' ) yola koyulmak için hazır ve nazır kıvama gelmiş bulunmamış olmamız yani.(bu arada ne uzun bir cümle oldu böyle diyesim geldi herneyse ) Hatta bu güzel piknik daha da muhteşem olsun diye kıt kanaat bir araba bile kiralanmış olup ,İzmirin bir dağında ,sanki o güne kadar kimse keşfetmemişte biz keşfedecez gibi hazırlandığımız o muhteşem ucube KARAGÖL OLAYI başlamış bulundu. Karagöl Karşıyaka da bir dağın tepesinde var olduğu söylenen , yolları taşlı ve engebeli ve ebesinin örekesinde olan bir krater gölü. İnternetteki fotoğraflarından inanılmaz bir görüntüsü olan bu doğa harikasının, gerçek yüzü ile tanışmak, fotoğraflardan daha acı oluyormuş onu anladık ya daha sonra neyse. yani siz gördüğünüz her masmavi göle veya yemyeşil ormana aldanıp
-oh be ne güzel bi yer,
(hele hele )
-lan orda olmak vardı, diyip bodosloma dalmayın derim ben inatla.
Söz konusu yere manuel navigasyon sistemimizle el yordamı ,dil kıvraklığı ile giderken ( bu sora sora bağdat bulunurda ki sorarak öğrenme tekniğidir bu arada ) yolun tahminimizden daha uzak, daha engebeli olduğunu farkettik. Sanki biz gittikçe yol kötüleşti, engebeleşti ,o güzelim yeşil ; sümük yeşini ,o kıpkırmızı toprak diyip iç geçirdiğimiz toprak ; bok rengini almaya başladı. Bildiğiniz bi faciaya doğru gidiyoduk yani sayın okur... Neyse efenim telefonların çekmediği gibi ,o sıcak nisan günü, çıktıkça yukarı bi üşüme tuttu bizi, bi soğudu ,bi ıssızlık aldı ki her yeri (can yüzelin dediği gibi ) O KEDAR OLUR....Yani çıt dese birşey, kesin blair cadısının kumpası bu , göte geldik lan, diyesim geldi de geçti bile sendromu anlayacağınız .Neyse efenim korkunun ecele faydası yok ,yola düştük bir defa ,o korkuylan, bari bi görelim hesabıyla yolumuza devam ettik. Az gittik ,uz gittik,dere depe düz gittik, hatta arada durup;
- ya şurası ne güzelmiş, diyip masustan eğlenceli fotolar bile çektik. Tabi herkes üç buçuk atıyo ama çaktıran yok kıvamındayız biz yalnış olmasın. E malum 5 erkek ,çoğu uzun sakallı ve çoğu devrimci zatlar. Neyse o yol uzar, şöför gaza basar, şöför sanki gaza bastıkça o yol uzar derken , biz söz konusu KARAGÖLE vardık.

Zaten bu göl ismini, altı üstü bir göl için onca zahmete giren şapşala dönmüş piknik sevdalılarından alır bence ya buna da neyse . Zaten gölün rengine bakmadım ama korkudan hepimiz sararmış bide yükseltinin soğuda vurunca esmer olanlar bronzlaşmış, beyaz tenliler kararmıştı bile. Eee koyulduk yine de,hemen bi panik havası ,margarin görünümlü el radyosu,bir kaç klim üstün körü tam kara gölün götünün dibine serildi,hemen mangal kuruldu ,etler atıldı zor bela yaktığımız közün üstüne, yiyip biran önce gidelim kaygısı ile yediğim kemiklerin haddi hesabını tutacak kadar lüksümüz çok uzaklardaydı ve şairinde dediği gibi dokunuyordu yalnızlık , çünkü dönüş macerasıda dikkate alınacak kadar ürküdücüydü hali hazırda. Neyse pişmemiş bir vaziyette yediğimizden emin olduğum etleri bir vampir nezaketinde afiyetle yutarken , bir yandan da aldığımız (heyecanla aldığımız ) muzları yemeye başladık . Gittikçe tüketim çılgınlığına girmiş olmamız , - hani madem mekanda sıçtık bari yemekler ziyan olmasın mantığından, yalnış anlaşılmasın. Zaten aç olanımızda yoktu, maksak renk katmak işte,her piknikçinin olması gerektiği açlık izlenimi yaratmak. Neyse efenim etin üstüne ,közde demlenen çay ,üstüne tereyağlı mantar, onun üstüne rakı ,onun üstüne muz derken ben iflağımızın kesildiğine kanaat getirdiğim anda mekana doğal görüntü katmak için salınmış ördek yavrularının da gazabına uğradık ya neyse.
Kimsenin göle bakmaya yüzü yoktu zaten. hadi adettendir diyip bir ormana dalalım dedik. (her piknikçi bunu yapar ,artık hayallerinde ormanda karun hazinesi buluruz belki ümidimi yatar bilemem ama ne bok varsa dalarlar ormana. Eee biz naptık? bizde daldık )
it gibi yorulduk, çoğumuz daha sonra üşüttü hasta oldu falan filan. Korkunç biz yıl sonu piknik organizasyonu 2 Muş lu, bir Hakkari li, bir Konya lı, bir de İzmir li el birliği ile heder oldu. Karagöl geride kaldı...O gün bugündür ,kimse ne piknikten ne karagölden bahseder. O sırdır çünkü ,beş arkadaşın gizli sırrı,tarihlerinin tozlu ve soğuk raflarında ...
1 Mart 2012 Perşembe
Sıçtığımızın resmi...
şimdi bakıyorumda etrafıma ,olanca zamandan arda kalan bana yani .Hani ne bileyim canım, geçmişe bakmak gibi işte ! Ne kaldı, ne bıraktım geride diye. Evet uzun bi süre baktım, baktım, bakakaldım ,baktıkça dona kaldım. Ne var ki elle tutulur neredeyse hiçbir şey yok , bir kaç kitap bir kaç dvd haricinde. Eee koskoca 27 yıl dile kolay demesi ! Bak babam bu yaştayken 3 çocuğu doğurmuş 4. sü için inanılmaz bir zahmete girmişti bile. E bu arada bir ev almış, araba almış, işini kurmuş. Geriye bi akşamları eve gelip eşi ile fantazi düşkünlüğü kalmış geriye...Bana baktığını hissediyorum bazen, böle derin derin bakıyor hemde...
nolcak ? diyor
-ne nolcak baba
şu okul nolcak?
-kapatmazlar herhalde baba ,halen bornova da duruyor...
lan eşşek bitmicek mi okul ,bitirde bi mürüvetini görelim ' adı altında, beni de üreme kısmına alma maksadı ile sorulmuş sorular.
annem ne der peki bunun üstüne? (annem ki yangına körükle gitmekten haz alan bi kadındır ya, kısmen severim ,yani bana şu çeşmeyi kapat, ışıkları kapat ,öff bıktım usandım şu kitaplarından demediği sürece. Herneyse onunda şu illet eden bakışları altında, babama dediği tek teselli edici cümle...
-bırak çocuğu ,yazık okuyor napsın ifadesi oluyor malesef...
Okuduğumda bi bok sanki. Sabah kalkıyorum hukuk , akşam yatıyorum muhasebe. Bir sonraki gün iktisat diğer gün maliye. Devinimli bir şekilde tekerrür etmesi gerek yoksa olmaz ! yani mazallah bir sabah hukuk yerine maliye çalışırsam, beyin bu yeni duruma alışamayıp kısmi felç geçiriyor. Öyle aval aval bakıyorum. Öyle mekanikleşen bir beyne sahibim ben çünkü, tek düze hesap planı gibi. Herneyse az önce maliye çalıştım, anlaşılan yarın hukuk. Arada sınavlar olmasa neye çalışıyorum ben dicem. Neyse boş bırakmıyor sistem , mutlak bir hedef çıkarıyor karşısına adamın.
Yani öyle cancağazım ,şimdi bir odada binlerce sayfa notun ve kitapların arasında ,biraz soğuk biraz çay isterken canım yani epey açlık hissine karşılık bol not var iken, çalışmaz isem iş yok ! çalışırsam daha çok kitap okunacak ! hissiyatı ile mücadelemize devam ediyoruz anlayacağın.
g.y
YERaltı
"Zeki Demirkubuz'un yeni filmi Yeraltı'nın gösterim tarihi belli oldu."
Çekimleri Ankara'da geçen sene tamamlanan Zeki Demirkubuz yeni filmi Yeraltı'nın gösterim tarihini Twitter'dan açıkladı. 13 Nisan'da gösterime girecek olan film, Ankara’da yalnız yaşayan memur Muharrem’in iç dünyasını anlatıyor. Engin Günaydın'ın başrolünü oynadığı film için Demirkubuz Dostoyevski'nin ‘Yeraltından Notlar’ yapıtından esinlenerek sinemaya uyarladığını açıkladı.
Filmde Günaydın'ın yanı sıra Sırrı Süreyya Önder, Ufuk Bayraktar, Sarp Apak, Nihal Yalçın, Serhat Tutumluer’de oyuncu kadrosunda. 'Yeraltı'nın Afişte "Akıllı bir adam kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz" tagline'ına yer veren filmin dağıtımını Tiglon üstlenecek.
kısaca Zeki Demirkubuz...
1 Ekim 1964 tarihinde Isparta'da doğdu. Lise yıllarında okuldan atıldı, hazır giyim atölyesinde ütücü olarak çalıştı, işportacılık yaptı, 1980 ihtilali sonrası siyasi suçtan cezaevine girdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni bitirdi. Sinemaya 1986 yılında Zeki Ökten'in asistanı olarak başladı. 1994 yılında ilk filmi 'C Blok'u çekene kadar yönetmen yardımcılığı yaptı. Asistanlık döneminde Türk sinema sektörünü iyi tanıması ve deneyimleri sonucu, zor koşullarda ve de kısıtlı imkanlarda projeler oluşturmuştur. Venedik Film Festivali'nde gösterilen Masumiyet (1997) ve Locarno ile Rotterdam da dahil olmak üzere birçok uluslararası festivalde gösterilen Üçüncü Sayfa (1999) ile eleştirmenlerin ve izleyicilerin dikkatini çekti. Ardından 'Karanlık Üstüne Öyküler' üçlemesinin ilk filmi olan ve her ikisi de Cannes'da 'Belirli Bir Bakış' bölümünde gösterilen Yazgı ve İtiraf'ı 2001 yılında çekti. 2003 yılında ise Bekleme Odası'nı yönetti. Demirkubuz'un, yönetmenliği sırasında sinema yapma tutkusunu ve ego noktasını en azından senaryo üzerinde dengelemiş ve samimi bir sinema dili yapmaya çalıştığı dile getirilir. Bunun yanında oyuncu yönetimi tarzı ile oyuncularla verimli çalışmalar yapmış olduğu görüşü kabul görür. Demirkubuz, sinema izleği olarak Dostoyevski'nin kendisi için temel referans olduğunu belirtmiştir. İnsanın temel ahlaki sorunları olan; aşk, feragat, yenilgi, kötülük, absürt ve ölüm gibi temaları birbiri ardına işleyen senaryolarını sinemaya aktarmıştır. Zeki Demirkubuz'un 'Kader' adlı filmi 2006 Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Film' ödülünü almıştır.
29 Şubat 2012 Çarşamba
Ayrılıklarda...
Toklu Dede Mahallesi, sadece ahşap evleriyle değil,
sakinlerinin yaşam biçimiyle de
geleneksel mahalle özelliklerini günümüze dek sürdürmüş İstanbul’un nadir mahallelerinden biriydi...
Komşuluk bağlarının çok güçlü olduğu mahallede, havaların ısınmasıyla sokakla iç içe bir yaşam başlıyordu.
Mahalle sakinleri, sobalı küçük evlerinde yıllar boyu mütevazi bir yaşam sürmüş.
Televizyon, mahalle için temel bilgi ve eğlence kaynağı.
Her haftaya yeni bir tebliğ veya olumsuz işaretle başlanırken, kadınların neşeli kapı önü sohbetleri, yerini kaygılı bir bekleyişe bırakıyor.
nasıl olsa her ayrılık bir diğeri ile aynı.pılını pırtını toplayıp gidenler ve geride bırakılanlar...
Alıntı: Bianet
Füsun KARAMAN - Galata Fotoğrafhanesi
28 Şubat 2012 Salı
1-Şeriat Kapısı
2-Tarikat Kapısı
3-Marifet Kapısı
4-Hakikat Kapısı
Öğreti olarak bu kapılar birer birer geçilerek Hakikate ulaşılır
Öğrencilerinden biri Mevlana’ya sormuş
- Efendim, bu 4 kapı mes’elesini ben pek anlayamıyorum Bana
anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız ?
“Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var Hepsi
rahlelerine eğilmiş Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra
gel sana anlatayım”
Adam gitmiş birincinin ensesine bir tokat asketmiş Tokadı yiyen
derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlâna’nın öğrencisini yere yıkmış
Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var
Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat asketmiş
O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş
Öğrenci devam etmiş üçüncüye de bir tokat atmış Üçüncü şöyle bir
kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına
devam etmişÖğrenci Mevlâna’ya dönmüş, olanları anlatmış
Mevlâna ;
“İşte sana istediğin örnekler;
Birinci; şeriat kapısını geçememiş biri idi Şeriatta kısasa kısas
olduğu için tokadı yeyince kalktı Aynısını sana iâde etti
İkinci; tarîkat kapısındadır Tokadı yeyince o da kalktı tam tokadı
iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi “Sana
kötülük yapana bile iyilik yap” Onun için döndü, yerine oturdu
Üçüncü; mârifet kapısına kadar gelmiştir İyinin ve kötünün tek
Yaradan’dan geldiğini bilir, inanır Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi
âlet etti diye merakından söyle bir dönüp baktı
Dördüncü; hakikat kapısını da geçmiştirİyinin ve kötünün tek sahibi
olduğunu bilir Onun için dönüp bakmadı bile
Zen hikayeleri / Suyu Taşırmayan Gül Yaprağı
Uzakdou'da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konusmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist,kapıda duran yabancıya baktı.Bir selamlaşmadan sonra sessiz konusmaları başladı.Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun içine bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Vedalar Şiiri
Öylesine gideceğim
Taş yürekli yolları kamçılayacak çizmem
Başımda hercai aşklarımdan bir çelenk
Bir istasyon kaçağı zifiri tren
Karda fayton çığlıkları, sarıkamış’tan
Öylesine gideceğim
Gölgem kalacak
Oralarda da akşam olacak
Akşamlar ki aşkın uzak öyküleridir
Metruk varoşlarında buzdan bir şehrin
Bir mevsimin yalazından bir gönül çıkmazından
Çerkez’in kahvede ‘merhaba’ korosundan
Sivas dolu bir sevdadan öylesine gideceğim
Yüreğim kalacak.
Öylesine gideceğim
-bugün mü desem-
üç vakte kadar çökecek mihrabım
telli ve tellerinden eylül sarkan bir duvak
açılmayı bekleyecek ayışığı boyunca
çiçeğini kıyamete saklayan bir diyardan
büyümüş bir inkardan, gecikmiş bir intihardan
öylesine gideceğim
neyim kalacak
Niğde’de meyhane sokağında
Hoyratça dolaştım üç gün üç gece
Baharda, zemheride, yazda üç gece
İmkansız bir sevdadan, esmer bir yalnızlıktan
Yankısı içerimde saklı bir sonbahardan
Yorgun, yılgın, mağrur
Öylesine gideceğim
Sen kalacaksın
Öylesine gideceğim
Üsküdar’da udiler hüzzam bir meltem çalacak
Gemiler demir alacak, gözlerinden
Tedirgin menekşeler solacak
Aşk sisli hatıradır, eylüldür efendim!
Bir sürgün gibi eski zamandan
Öylesine gideceğim
Ahım kalacak
Seni sevmek gibi bir günahım kalacak.
Öylesine gideceğim
Sen yoksun, bu bir gizli hazandır
Bilemezsin, fena halde yalnızım
Sen, ey kalbimin gizli tarihi!
-bir sairin nesi vardır acaba-
bir şairin nesi varsa onları
alıp da gideceğim
sen kalacaksın!
Öylesine gideceğim
Silinecek hafızam, aşkım, korkum, kederim
İçimdeki canilerin cinayet saatidir
N’olur çıkagelme! Yağmurum gizli kalsın
Gizli kalsın avazem, çığlığım, şiirim gizli kalsın
Mağlubum gideceğim
Adım kalacak
Seni sevmek gibi bir inadım kalacak
Öylesine gideceğim bilmem ki n’em kalacak
İçime bıraktığın cehennem kalacak…
Cehennem kalacak…
Ali İhsan KOLCU
film tanıtım
Christopher Nolan’ın, neo-noir türünde çektiği yüksek tansiyonlu siyah beyaz bir baş yapıt. Adını film boyunca da hiç öğrenemediğimiz “genç bir yazar”, ilk kitabına karakter bulabilmek için Londra sokaklarında bilmediği insanları takip ederek onların hayatlarına gizlice tanıklık eder. Bir gün takip ettiği kişi tarafından fark edilince işler değişir. Film, farklı kurgusu ve başarılı oyunculuklarıyla olduça dikkat çekiyor. sinemalar puanı :6.2 imdb : 7.6
Alejandro Gonzalez Inarritu tarzı bir kurgusu, "Binjip" e benzer bir konusu var. Finali hayli şaşırtıcı, siyah beyaz çekilmiş olmasına rağmen hiç rahatsız etmiyor. toplum karmaşasında genelden özele inen bir balış açısı ile sıradan insanların yaşam şekillerine alışkanlıklarına dikkat çeken senarist ,durumun kontrolden çıkışını müthiş bir iş ile ele alıp sahneye taşıyor...
christopher nolan tarafından yazılan, yönetilen hatta kameraya alınan (kimselere vermem hepsi benim!!) deli filmlerden. darren aranofskynin pi filmindeki hap yutma gibi yakın planlar (cort diye plastik eldivenlerin bir anda ele geçirilişi) ve kalabalık cadde sokak sahneleri burda da vardır. tamamen kurgu üstüne dayalı olan zekice bir yapıt. mesajı bile var: " ayrıntıları bi'daha düşün..önemlidir.."
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

























